14 Mayıs 2009

Last Of The English Roses


Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; ben bu adamı sevemedim hiç.. Kimdir bu adam? Pete Doherty.. Hani şu 2000li yılların başlarında adadan (İngiltere) çıkan, döneminin the smiths'i olarak adlandırılan ve (yalan söyleyemeyeceğim) benim de bir dönemler severek dinlediğim The Libertines'ın frontman'i.. olmadı, anımsayamadınız.. tamam peki.. gossip girl edasına bürünelim o vakit.. hani bir dönemlerde kate moss'un yavuklusu? amy winehouse? he işte, animelerden fırlamışcasına koca gözlü, "sallamıyorum ulan hiç birinizi" edalı, adı uyuşturucu ile bir anılan zat-ı muhterem..

Dedim ya, ben The Libertines'ı dinlerdim.. ama bu çocuğu (çocuk ne? koca adam bu be!) o zaman da sevememiştim.. bütün o kırılacakmış gibi belden bükmeli hareketler, olduğu yerde salınmalar, gözlerini devirmeler.. ne zaman görsem aklıma Jarvis Cocker gelir.. hayır şimdi "bu adam Jarvis'e benzemeye çalışıyor" desem sakat, sevmediğimi söylediğim için zaten yeteri kadar yıldırımı çektim üzerime.. Ama valla Common People'ın klibini bir daha izle sevgili okur.. bir bak, objektif olarak.. farkettin değil mi? biliyorum, biliyorum.. boşver..

Gerçekten de boşver.. Çünkü adamı sevmesem de yaptığı bazı işleri takdir etmemezlik etmem, kendime ters düşmem demek olur.. Mesela solo albümü grace/wasteland'den çıkan ilk singleLast Of The English Roses hiç de fena değil.. Hatta birkaç defa dinledikten sonra kendini tekrara aldırma potansiyeline sahip, kafa yormayan, hüzne boğmayan, tam sahilde bisiklete binerken dinlenebilecek bir şarkı..

Bu yazıyı yazarken Internet Explorer 3 kere kapandı! sıkıldım, yazıdan da sıkıldım.. videoyu ekleyip bıraktım.. (ama güzel şarkı değil mi?)

12 Mayıs 2009

Honey Is Cool!


Ofisteki arkadaşlardan bir tanesi yeniden gitar çalmaya başlama kararı almış.. Oturduk kendisine yeni bir gitar arıyoruz.. İnternet üzerindeki araştırmalarımız sonunda yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Gibson'a ulaştık.. Bu Gibson öyle bir Gibson ki, tam benim gibi akord tembellerine hitap eden, hayatlarını kolaylaştıran bir enstrüman..

Kendi kendini akord edebilen ve aynı zamanda entonasyona yardımcı olan Gibson Robot Guitar'ın geliştirilmiş bir üst versiyonu olan Gibson Dark Fire'da, classic gibson, texas blues, funky, twang, acoustic, l-5, solid rock, metal gibi tonlar arasında seçim yapabileceğiniz switchler bulunması inanılmaz büyük bir kolaylık ve çeşitlilik sağlıyor.. Yanında bulunan FireWire / MIDI kutusu sayesinde bilgisayarla bağlantı kurup, direkt bilgisayara kayıt yapabilmenize olanak veriyor.. Şahsen o kadar tembelim ki akord ve entonasyon konusunda, bu gitar tam benim gibi müzikal Garfield'lar için üretilmiş gibi duruyor..



Bütün bu araştırmalar sonucunda ihtiyacımız olan gazı aldık ve ofis ahalisi olarak bir grup kurmaya karar verdik.. Daha doğrusu emri vaki bir şekilde grupta ve hatta solist olduğum bilgisini verdiler eksik olmasınlar.. Tabii ki şu an yalnızca lafta geçen bir plan bu, ama gelecek günler ne gösterecek bilemiyoruz.. Hele gitarı bir alalım da.. Ondan sonra; We're In The Music Biz!

Bu arada size laflar hazırladım! Ama bu lafları Karin aracılığı ile söyleme yolunu tercih ediyorum.. Başlıkta adı geçen Honey Is Cool, Röyksopp ile yapmış olduğu ortak çalışmaların (Whatelse Is There, This Must Be It, Tricky Tricky) ve dEUS ile vücuda büründürdüğü Slow adlı şarkının yanı sıra ve belki de en çok, kardeşi Olof ile beraber kurduğu The Knife ile tanıdığımız, Karin Elisabeth Dreijer Andersson'ın ilk grubu..

1994 yılında kurulan İsveç'li grup, pek çok festivalde çalması ve basının ilgisini dönemdaşı birçok kişi ve gruptan daha fazla çekmesine rağmen, albüm satışlarında istediklerini bulamadılar ne yazık ki.. 94'te kendi adlarını taşıyan demo sayesinde Sun Spot ile anlaşma imzalayan grup, 95'te ilk EP'leri Focky Focky No Pay'i çıkarttı.. EP'nin aldığı geri dönüşlerin ardından grup yeni ve daha büyük bir plak şirketi olan MVG ile antlaşma imzalayarak, 97 çıkışlı albümleri Crazy Love'ı MVG etiketi altında piyasaya sürdü.. Albüm son derece güzel yorumlar alırken, satışlar aynı şekilde ilerlemiyordu.. Plak şirketinin, çıkaracakları albüm için, özellikle de Karin'in vokal tarzında değişikliğe gitmek için ısrar etmeye başlamasıyla, grup antlaşmayı feshedip, daha sonraları The Knife ve Fever Ray'i de bünyesinde barındıracak olan, kendi plak şirketleri Rabid Records'u kurdu..

1999 kışında Early Morning Are You Working adlı ikinci albümlerini çıkaran Honey Is Cool, yine şeytanın bacağını kıramadı.. Aldıkları övgülere rağmen, albüm satışları oldukça kötü giden grup, ikinci albümlerinde yer alan ve bir Rod Stewart cover'ı olan Baby Jane'i single olarak piyasaya sürdü ve bu şarkıyla özellikle radyo listelerinde uzun süre ilk 10 içerisindeki yerini korudu.. Ancak grup artık gerçeklerle yüzleşmeye başlıyordu ve Karin de, günümüz müzik dünyasının önemli isimlerinden biri haline gelen yeni projesi The Knife ile ilgileniyordu.. Yolları ayırmak kaçınılmaz hale geldi ve grup 2000 yılında dağıldığını açıkladı..

Grubun soundu (doğal olarak) The Knife'a benzemekte. Bunun yanında, last.fm kendilerine First Floor Power, The Bear Quartet, Bad Cash Quartet, Yvonne gibi isimleri de yakıştırıyor..

Aile Salonu: 1995 - Focky Focky No Pay (EP) / 1997 - Crazy Love / 1999 - Early Morning Are You Working / 2000 - Baby Jane (EP)

Give me something new..


Gecenin bir vakti aklındaki kelimelerin akış hızına ayak uyduramayan insan evladı olarak yataktan fırlayıp, bir zamanlar başlamaya niyetlendiğim şeyi artık gerçekleştirmeye karar verdim.. Nedir efendim bu? Musical Concern dediğimiz güzide zımbırtıyı ayağa kaldırmak, omuzlarından tutup silkelemek, kendine getirmek.. Yani normal insanların tek cümleyle özetleyeceği üzere; hayata geçirmek..

Size bu satırları 40 mumluk ampülün ışığında yazarken, kulaklarım bayram ediyor, zira Nightlife eşlik ediyor parmaklarıma.. Ha, evet, bildiğiniz üzere dehşetengiz bir olaydan yeni çıktık.. Çıkamayanlarımız oldu, bendeniz gibi.. henüz değil.. a, evet! olayımızı söylemeyi unuttum.. ama tahmin edebileceğiniz birşey; 10 Mayıs 2009 IAMX Konseri

Hakkında pek çok şey yazılıp çizildi, pek çoğu yazılacak çizilecek.. herkes kritiğini yapacak.. pek çok insan öldüm bittim tatlı cümleler sarfetti, sarfetmeye devam edecek.. Ben bunlardan biri değilim.. zira ölmeyi bile beceremedim sevgili okur.. Katatoni safhasında takılıp kaldım.. Bakın dikkatinizi çekerim, konser Yeni Melek denen o (çok afedersiniz) kıç kadar mekanda, iğrenç bir ses sistemi eşliğinde (gerçi önlerde çok da kötü değildi) ve havalandırma faaliyetlerinin en düşük şartlarında gerçekleşti.. Ama konumuz bu değil.. Tartışmasız olağanüstü bir performanstı sergiledikleri.. Setlist de keza son derece takdire şayan ve albümler açısından adil dağılımlıydı.. Hemen hemen bütün favori parçalarımı çaldılar sağolsunlar.. Tabii ki gönül isterdi bir The Great Shipwreck of Life dinlemeyi, bir Missile dinlemeyi, This Will Make You Love Again'i gırtlağımızı patlatırcasına Chris'le beraber çığırmayı.. Ancak gönülün istedikleri bu kadarla bitmezdi.. Gece bitmesin, onlar sahneden inmesin isterdi aynı zamanda.. Arsız ne de olsa..

Konserin bu mükemmelliğine karşın gece %100 aynı şekildeydi diyemeyeceğim.. Kısacık zamanda çok şey yaşandı.. En azından kendi adıma söyleyebilirim bunu.. Hepsi de hoş değildi laf aramızda.. Bu nedenle de ben konser esnasında, zamanın o harika kısmında kısılı kaldım.. Gerçek anlamda zorluk çekmekteyim dış dünyaya yeniden adapte olma sürecimde..

Ama bir yerlerden başlamak gerek artık.. Özellikle de sonların ertesinde yeniden başlamak gerek.. İş bu nedenle de yeni mekanımızın ilk girdisinin başlığında The Black Ghosts'a bir selam çakaraktan diyorum ki; give me something new.. something to break through the normal..

bu kadarla da bırakmıyor, daha ilk girdiden sizlere yeni inciler sunmayı başta kendime, sonra ankara'dan hale, lale, jale ve üsküdar'dan bütün mahalleye bir borç biliyorum.. (geçmiş zaman olur ki, hayal-i cihan değer)

Efendim ilk entarimizde Milla Jovovich adlı cennetten düşme, "the girl next door" ile "ne güzel ablamızdın sen fahriye abla" arası, meleklerin bile gıpta ile baktığı modelden bozma, aktristten geçme bülbül sesli güzelle başbaşa bırakmak isterim..

Kendisinin The Divine Comedy adlı bir albümü bulunmakta hali hazırda.. Ancak sizlere şimdi sunacağım albüm, The Divine Comedy öncesine dayanan demo çalışmalarını içermekte.. Aynı zamanda albümü çıkartmadan önce çıktığı bazı programlarda yayınlanmış olan kayıtlarda aynı dosyada bulunuyor..

Dinlemeden indirmem diyenler için şöyle bir videomuz bulunuyor (ki belirtmeliyim aşağıdaki şarkı paylaştığım albümde bulunmuyor);

Last.fm kendisini şiddetle My Brightest Diamond, Bat For Lashes, Sinead O'Connor, Paula Cole gibi isimlere benzetiyor.. Ben diyorum ki Milla yine kendine has özelliklerini müziğine taşıyor.. Özellikle Bring It On adlı şarkıya dikkat etmenizi diliyor, albümü ellerinize bırakıyorum..

Şarkı Listesi;

  1. Beat On Ice
  2. Diving Up
  3. More Than 4 (Without Drums)
  4. Bring It On
  5. Calm Water
  6. Fall Too Soon
  7. Flashlight
  8. Left & Right
  9. Remedy
  10. Holy Fall
  11. Looking For Room
  12. You Keep Me Here
  13. Breathing In Your Sleep
  14. Take Me To Mars

Aile salonu: Rapidshare