24 Eylül 2009

did i punish you for dreaming?



did i break your heart and leave you crying?




Download: Anathema - Forgotten Hopes

13 Eylül 2009

Joan As Policewoman - My Gurl

"en iyisi baştan alalım
ilk ve son ciddi konusmamız benim onunla birlikte olduğum zamandı
o zaman ben gitmiştim
hataydı ama gitmiştim
ondan sonraki zamanlar sen gitgide uzaklaştıkca hata olduğunu daha da iyi anlamıştım"

- o zaman hayatında bri vardı ve seviyordun

"sanıyordum ama evet biri vardı
sen de üstelemedin"

- seni ayıramazdım.. hele de "onu seviyorum.. hatta onunla bir gelecek bile görebiliyorum.. bu daha önce hiç olmamıştı.. öyle saf, öyle iyi ki.. iyi olmamı sağlıyor" dediğin birinden..

"evet, o acıdan düşünmedim"

- o açıdan düşünmen mümkün değildi.. ben diilsin.. ve ilişkiyi yaşayan sendin..

"ben şunu dicem:
bu sefer kimse birbirinden kaçmasın
dedim
ya da demeyecektim"

- kıvırmayalım.. ben de kıvırmayayım.. kendime güvenemediğim bir konu bu..

"paldır küldür olsun demedim ki ben"

- paldır küldür olsun deseydin ne olacaktı ki? yani herşey olacağına varıyor demek istedim.. bir nevi kürkçü dükkanlığı oynuyoruz ikimiz de..

"oynuyoruz evet
ama sadece kapının önünde taburede oturuyoruz
en azından döneceksek, içerisi nasıl bakalım" (içerde gördüklerinden memnun kalıp kalmadığını merak etmek.. emin olamamak..)

- daha önce sen bana sormuştun.. şimdi ben sana sorayım.. senin istediğin ne? nasıl olsun isterdin yani?

"şöyle
seni daha fazla yakınımda istiyorum
hani dedim ya sana erken saatlerde açık oynuyorum senin karşında
bunun değerini biliyorum
ve elimden kaysın istemiyorum
benim cok yakın arkadaşlarım bile ki bu cumartesi konusmada geçti en son
bende hala gizli bir şeylerin olduğunu söylüyorlar, doğru. onlara açmak istemiyorum
sana açasım geliyor
bu neden, nasıl bilmiyorum ama öyle
sorgulamak da istemiyorum zaten
en azında içgüdülerime güveniyorum" (yakınında istemek? itebilmek için mi?)

- peki açamıyor musun?

"onlara açamıyorum
anlamayacaklar, ne gerek var diyorum"

- bana?

"sana açmaya hazırım
bir şey demezsin belki o an, ama suskunluğunda benim icin anlam kazanır
cunku benim icin onun değerli olduğunu bilirsin
beni tanımak kolaydır aslında doğru doneler elindeyse"

- peki sen beni tanıyor musun? açmaya hazırsın en yakınlarına bile açmadığın şeyleri.. açamadıklarını.. ama gerçekten tanıyor musun beni?

"o yolda ilerlediğimi biliyorum
en azında sonunda varacağım yer, beni pişman etmeyecek
o kadar tanıyorum seni" (gerçekten pişmanlık yok mu?)

- nereye varacağını düşünüyorsun?

"içine?" (o kadar da ilgi çekici bir yer olmadığını sanmak)

- pişman olmak var sonunda kuvvetle muhtemel

"o benim içimde yaşayacağım şey" (yaşıyor oluşundan duyulan şüphe.. tanrım, daha çok soru işareti..)

- benim yüzümden olsa bile

"sen pişman etmeye kasmadıkca olacağımı da sanmıyorum
onu da söyleyim
şu an kendini tuttuğunu hissediyorum" (gelecek görülebilir olsa daha çok kendini tutacak olmak..)

- ne gibi?

"bana doğru ilerlemekte"

- nedeni ile ilgili bi düşüncen var mı? (bir nebze olsun geleceği görebilir olmak.. ama o an görülenlere doğru anlam yükleyememek..)

"beni düşünmen olabilir
beni dibe çekmek gibi"

- ben kendime güvenmiyorum.. sen bana nasıl güveniyorsun? ya da güveneceksin?

"benim kendime güvendiğim aklına geldi mi hiç?"

- kendine güven.. güvenebilirsin.. haklısın da.. ama "bana"?

"kendime güven dairesinde sana da güveniyorum evet"

- "sen".. "ben".. farklı.. farklıyız.. güveni bu şekilde harcayamazsın..

"bir noktada aynıyız
ben cok gereksiz şeye harcadım o güveni
bitmek bilmiyo
ki bu gereksiz bir şey değil
ben ilk defa sana bu kadar hazırım. sabah kalktığımda işim telefona bakmak oldu cevap var mı diye. evet evet hazırım her şeyiyle
düşün sadece
her şey senaryoya uymak zorunda değil
ileriki bölümlerde sürpriz gelişmeler olabilir
sadece bunu düşün" (ileriki bölümlerin çok farklı olması..)

--------------

on the path, the fine line, moving to my gurl, my twin, undetectable, my criminal. we're keeping the sea sated (my criminal? çok hoşa gitmesi.. criminal {belki de aklını çelmekle ilgili, hatta abartıp kalbini çalmakla ilgili olduğuna dair hayallere dalmak..} "my" {benimsemesi.. sahiplenmesi.. ısınmak.. için sıcacık olması..})

i'll brush the hair from my eyes, cause it's in my way. and i wanna see you see me shine (bunu söylerken yüzüne düşen saçlarının arasından attığı bakışı görür olmak.. kalp atışlarının daha önce olmadığı kadar farklı bir tempoyla atmaya başlaması.. neler olduğunu anlayamamak.. şimdi mi? bu kadar zamandan sonra mı? niye bu kadar.. garip hissetmek?)

--------------

(akan zaman sonrasında bugün)

- çok güzelmiş

"güzel olan ne?"

- ocak başları

"şimdi kötü yani"

- kötü değil, farklı..

"anlıyorum"

- ne anlıyorsun?

"farklı olmasını" (anladığının farkında olmak.. başta farkında olabilmiş olmayı dilemek..)

My Gurl..

11 Eylül 2009

Spit it out..


Ne kadar özledim bilemezsin.. ya da ne hissettiğimi.. bilmeyeceksin..

04 Eylül 2009

La Roux - Bulletproof

2009'un belki de en başarılı isimlerinden biri, pek yakışıklı bir hanımkızımız olan La Roux.. Belki de Patrick Wolf'a olan stilsel benzerliğinin de bu durumda büyük etksi vardır.. Sonuçta pazarlama olayı vitrini iyi sergilemekten geçiyor ve Patrick'in de vitrindeki göz alıcılığı su götürmez bir gerçek.. Ses konusunda ilk başlarda, spesifik olmak gerekirse In For The Kill'de beni ilk dinlemelerde çekememiş olması, sonradan lafımı yedirmesine engel olamadı tabii ki..

(x: "nedir bu la roux nun olayı merak ettim. indireyim bari." / darkelf: "abi şu ep kapağı (in for the kill) fotosunda ne görüyosan o.. ekstra bişi bekleme, zira cover herşeyi anlatıyor.. ha dinlenebilir birşey.. ama şimdiki halde çok aman aman bişi bulamadım ben şahsen.. önümüzdeki maçlara bakıcaz..")
-ekstra parantez aç-
söz konusu ep kapağında da bu kadar nemrut bir ifade olabilir diyeceğim ama bulletproof'un klibinde de benzer nemrutluğu yakalamışlar, tebrik ederim.. ayrıca ep kapağında hiç de kızımıza benzemiyor hatun kişi ama.. hadi bakalım..
-ekstra parantez kapa-

neyse.. ne diyordum.. hah! evet.. bulletproof'un videosunu ilk izlediğimde neredeyse yarısında izlemeyi bırakacaktım, sırf meraktan takıldım kaldım.. normalde eli yüzü oldukça düzgün olan birini bu kadar ekşi, bu kadar iğrenen bir ifadeye bürümek, bu kadar çirkinleştirebilmek olsa olsa Hollywood'un işi olabilir diye düşünüyorum.. o kadar ki bir daha izleyemeyeceğimi düşünüyordum, ama şimdi kendimi izlemekten alamıyorum.. ha hala nemrut, hala ekşi ama olsun..


Bu da indirmek isteyenlere olsun..

Aile Salonu: Rapidshare

03 Eylül 2009

MC Mixtape Vol #1

3 ay olmuş.. "Bekle okur geliyorum Mixtape'imle" diyeli tam 3 ay olmuş.. hayır bu kadar da üşengeç değilimdir halbuki ama.. neyse.. (evet neyse..)

Bu aralar Musical Concern semalarında en çok hangi sesler duyuluyor, en çok hangi notalar uçuşuyor, hangi şarkılarla yollara vuruyoruz kendimizi?

Musical Concern Mixtape Vol #1 karşınızda..
  1. Ricochet - Blue Foundation
  2. The Plot - WhoMadeWho
  3. The Switch - Planet Funk
  4. Final Party Of The 21st Century - Dúné
  5. Lose You - Peaches
  6. Ride a White Horse - Goldfrapp
  7. Shoes - Tiga
  8. Bulletproof - La Roux
  9. Messages (Kris Menace Re-Interpritation Mix) - Filthy Dukes
  10. Forbidden Words - Jay-Jay Johanson
  11. Only This Moment - Röyksopp
  12. Running Up That Hill - Placebo
  13. After Every Party I Die - IAMX
Aile Salonu: Rapidshare

Not: Oturdum bir de "hmm bunun arkasından bu gelsin, şunu şu takiplesin" diye track number ayarını yaptım, o derece yani..
Not - 2: Çok yazacaktım.. sonra yazamadım.. kaçtı bütün kelimeler.. dedim en kısası en temizi.. bu seferlik böyle oldu..
Not - 3: After Every Party I Die ile albüme son vererek IAMX İstanbul Konseri'ne bir selam çaktığımı itiraf etmekten utanmıyorum.. gene olsun gene yaparım!

23 Ağustos 2009

Joan Jett - Love Hurts

Anı denen şey David Lynch filmi gibi birşey.. izledikten sonra idrak edemediğiniz şeyleri, zaman içinde, durup dururken hatta hiç olmadık yerlerde anlarsınız.. Bir tetikleyici mi gerekir yoksa beynin harmanlama süresiyle mi ilgilidir bilemiyorum.. Bu gece aklımda iki ayrı anı var.. Birini yeni idrak ediyorum..

Herkes bilmez gerçi, ama sevgililer günü denen zımbırtıya karşı yaklaşımım soğuktur.. Bunu prim yapmak için söylemiyorum, beni tanıyanlara sorun diyemeyeceğim de.. sormayın.. inanmayın da.. Siz bilirsiniz.. ama mevzu bahis anılarımdan biri 89 yılı sevgililer gününe denk geliyor..

Annem elinde 2 paketle salona girdi ve "sevgililer günün kutlu olsun" diyerek birini babamın önüne koydu.. ikinci paketi de, "senin de sevgililer günün kutlu olsun bebeğim" diyerek ve sağ kaşımın kenarına bir öpücük kondurarak benim önüme koydu.. o zamanlar televizyonda trt 2'de rock saati ya da benzeri bir program vardı ve ben ağzım açık onun karşısından ayrılmazdım.. gözümü de kolay kolay ayırmazdım ondan.. ama bu olay beklemediğim birşey olduğundan herşeyi unutup anneme baktım (ağzım hali hazırda zaten açıktı).. "sevgililer günü denen şey iki sevgili arasında kutlanmaz mı?"

Annem gülümsedi ve "sevgililer gününü kutlamak için birinin sevgilisi olman gerekmez.. aşk sadece iki kişinin sevgili olması demek değildir.. baban benim aşkım.. ama sen ve ablan da benim aşklarımsınız.. aşk çok yönlüdür.. sevgili demek çok sevilen demektir.. sen de benim çok sevdiğimsin ve sana hediye almak istedim.. bir şekilde çok sevdiğim olarak varlığına teşekkür etmek istedim" (o zamanlar 7 yaşında olduğumu ve prospektüs boyutlarında açıklamalara ihtiyaç duyduğumu unutmayın.. annem de bir ilkokul öğretmeniydi..) aşk konusundaki inancımı (evet bir inanç bu) o gün kazandım.. o sırada çalan Joan Jett'in Love Hurts'ünün seneler sonra farklı bir anlam kazanacağını düşünemezdim tabii.. ama annemin de dediği gibi.. love is not just for the ones you called lover..

sonra seneler geçti.. beni bilenler benim hayatıma, tamam abartmadan söylersem müzikteki zevkime en önemli etkinin babam tarafından geldiğini bilir.. küçüklüğümde pikaptan plak dinleme şansına sahip bir çocuktum.. Deep Purple, The Doors, Pink Floyd gibi efsanelerle babam sayesinde tanıştım.. Hep onların konserlerini hayal ettim büyüme çağımda.. Ama hepsinin birer ütopya olduğunu düşünürdüm.. Sonuçta Jim Morrison sizlere ömürdü.. David Gilmore Pink Floyd'dan ayrılmıştı.. Deep Purple ise.. eh.. konser mi? Türkiye'de mi? (daha sonra bu tükürdüğümü yaladım evet..)

2006 yılı baharında Roger Waters'ın Türkiye'de konser vereceğini duymamla, Deep Purple konserini kaçırmış olan bünyem bir anda değişime uğradı.. çiçek açmak nedir anladım.. o dönemler Nokia 2200 bir telefonum vardı ve pili inanılmaz sorun çıkartıyordu.. Birçoğumuz tamamen dolu görünen şarjına rağmen bir anda kapanan telefonlara maruz kalmışızdır.. İşte öyleydi onun da durumu.. Şimdi, bizim ailede herkesin bir PF şarkısı vardır.. Mesela benim şarkım "Comfortably Numb"dır.. babamın Wish You Were Here, ablamın (şaşırtıcı bir biçimde PF sever!) High Hopes, annemin ise Mother..

Konser alanına girmemle, tam dolu bir pile sahip olduğunu iddia eden telefonumun kapanması bir oldu.. Halbuki evdeki herkes kendi şarkısı sırasında ilgili kişiyi aramam konusunda benden söz almıştı.. Konserin ikinci şarkısı Mother'dı.. "bir ihtimal?!" diyerek telefonu açtım, açıldı! annemi aradım, kapanmadı! "anne dinle" dedim, şarkıyı dinlettim, "anne duydun mu?" diye sordum, titreyen sesiyle "duydum canım" diyeceği kadar telefonum dayandı! inanılmazdı.. (benzer birşey wish you were here'da da başıma babamla geldi ve ben mucizelerin olabileceğini düşünmeye başladım).. Konser bitti, Roger amca sahneden çekildi.. Kalabalık dağılmadı.. bütün istediğim şarkılar çalınmışken benim şarkımın çalınmaması haksızlıktı ve tabii ki ayrılmayacaktım o alandan.. sonra Roger amca tekrar geldi.. konseri Comfortably Numb ile kapattığında ben ağladığımın farkında değildim.. Eve yürüyerek döndüm, sanki bir balonun içindeymiş gibi.. eve geldiğimde annem açtı kapıyı.. "nasıldı" sorusuna "mother, did it need to be so high?" diye cevap verdim.. yüzündeki gülümsemeye "anladım, gel buraya" diyerek sarılması eşlik ettiğinde cennetin gerçek olabileceğini de düşünmeye başladım..

şimdi aynı soruyu farklı bir şekilde soruyorum.. ağzımda acı bir tatla.. biraz daha farklı bir şekilde..

love hurts.. well mother.. did you need to be so gone??

Joan Jett & The Heartbreakers - Love Hurts
Roger Waters & Sinead O'Conner - Mother (Live)

06 Temmuz 2009

i'm fine..

Bu aralar sık sık "bana bişi olsa" diye umar halde buluyorum kendimi.. mesela ciddi biçimde yaralanacağım bir kaza.. insanların tepkisini merak ediyorum.. biliyorum çok hastalıklı bir düşünce.. ama büyük ihtimalle kimsenin umurunda olmaz.. umurunda olacak tek kişi şu an yerin metrelerce altında vücudu çürüyen bir ruh..

Now playing: Brett Anderson - Love is dead..

03 Temmuz 2009

last call for the passengers..

İlişki denen şey, genel kanının aksine, yaşadıkları yüzünden erken yaşta olgunlaşmak zorunda kalmış yaralı insanlar için akıl karı olan birşey değil.. ve becerilebilecek bir şey de değil.. Hele iki taraf da aynı durumdaysa mümkün değil sürmesi.. Çünkü yalnızlığa, sorunları tek başımıza yaşamaya, çözümleri kendimiz üretmeye o kadar alışmışızdır ki.. Tam anlamıyla birbirimizin hayatına giremeyiz.. birbirimizi hayatımıza sokamayız da..

Her neyse.. sanırım saçmalıyorum.. bu sıralar iyi olduğumu söyleyemem.. birçok şey geçiyor kafamdan ve yakalayamıyorum hiç birini.. toparlayamıyorum kelimeleri..

Yarın Mudanya'ya gidiyorum.. istemediğim halde..

Anneannem yaşıyor orada.. annemden sonra onun için ben kaldım, daha doğrusu beni annemin yerine oturttu gözünde.. annem de onu bana emanet etmişti.. ("ne olur anneanneni yalnız bırakma.. benden sonra kimsesi kalmayacak.. nihan senin kadar ilgilenmez biliyorsun..")

Aslında bu hafta gitmek için hazır değilim.. annemin mezarı orada.. aynı yerde bulunma durumuyla başa çıkabilir miyim bilmiyorum.. 30 haziran doğumgünüydü.. geçenlerde izlediğim bir dizideki karakterlerden biri kansere yenik düştü.. eskiden anlamazdım insanların dizi ya da filmlere ağlamasını.. sanırım yaşadıkları bazı olaylarla ilişkilendiriyorlarmış.. her neyse.. yaşadıklarımıza benzer şeyleri izlemek.. kolay olmadı.. üzerime yapışıp kaldı ve bu şekilde saplanıp kalmaktan nefret ediyorum..

Geçen gün bir arkadaşımın bloguna bir yorum bırakmıştım.. "insan tamamen dibe vurmadan yeniden yüzeye yükselemiyor" içerikli bir yorum.. ahkam kesmekte ne kadar ustaymışım.. ve ne kadar gereksizmiş.. o kadar ağır ilerliyorum ki dibe.. ne zaman yeniden yüzeye çıkabileceğimi bilmiyorum.. boğulmadan önce yüzeydeki ışığı görebilecek miyim acaba? Tiksinirim bu derece bunalım insanlardan ve şimdi kendimden tiksiniyorum..

Dün gece blokladığım eski sevgilimin "Virgin State of Mind" dinlediğini gördüm.. şarkıya dayanamayıp sözlerinden bir kısmını yazdım (there's a chair in my head in which i used to sit.. took a pencil and i wrote the following on it: now there's a key where my wonderful mouth used to be).. nasıl olduğumu sordu, "fucked up" dedim.. eziyet etme dedi.. boşversene dedim.. sonuç? yine blokladım.. kimsenin bi boktan anladığı yok..

Hafta içinde, biraz daha iyi olduğum bir vakitte anneanneme söylemiştim bu haftasonu gideceğimi.. dün sabah da biletimi almıştım hatta.. ama gece iptal ettim.. kaldıramayacağımı hissettim.. yapamayacağımı.. annemin mezarıyla aynı sınırlar içerisinde olamayacağımı..

ama bu sabah aklıma bişi geldi.. sevdiğiniz birinin geleceğini bildiğinizde ve o gelmediğinde yaşadığınız hayalkırıklığı.. bunun da ötesinde kalp kırıklığı.. bunu o kadar çok yaşadım ve nasıl bir duygu olduğunu o kadar iyi biliyorum ki, başkasına yapamam.. o yüzden sabah yeni bir bilet aldım.. yarın sabah gidiyorum anneanneme.. anneme.. dayanmam gerek.. gitmem gerek..

30 Haziran 2009

so long without you..


anne girdin düşüme,
yorganın olsun duam,
mezarında üşüme...

Doğumgünün kutlu olsun annem.. yakında yanında olacağım.. sen farketmeyeceksin bile zamanın nasıl geçtiğini..

24 Haziran 2009

My god damned Patrick.. I love you..


When beauty was in season
Oh! Beauty in season!
Endangered by reason
Great love with no law




---------------------------------------------------------------



nobody knows
how i wait for you
summer, spring
autumn, winter here
perishing



22 Haziran 2009

your poison running through my vains..

Henüz taze taze geçtiğimiz bir atraksiyon olan Efes Pilsen One Love Festival 8 ile ilgili bir yazı yazacaktım güya sevgili okur.. Ama gel gör ki başka alemlerde dolanıyorum sabahtan beri.. hatta cumartesi gecesinden beri.. Röyksopp bile üzerime dökülen soğuk su etkisi yapmadı.. 1,5 saat içinde içtiğim 3 biranın etkisindeyim an itibariyle.. ben en iyisi bir duşa gireyim.. bu girdide sana da birşey veremeyeceğim hediye olarak.. Başlık da alakasız gelmiş olabilir ama anlayan anlamıştır diye umuyorum.. (eğer blogu takip ediyorsa tabii..)

Neyse umarım soğuk duş iyi gelir.. nolur iyi gelsin..

17 Haziran 2009

For The HORDE!!!!

İnsanevladı bir garip sevgili okur, inan bana.. kendimden biliyorum.. en ufak bir fırsatı kendi faydasına çevirebilir, kendi isteğine göre kıvırıp istediği şekle gelmesini sağlayabilir.. Şimdi böyle bir başlıktan sonra, böyle başlayınca biraz alakasız gibi göründü sana biliyorum, ama dur bir, bekle iki rekat..

Şimdi okul sezonunun üniversite bazında sonuna yeni geldik.. dersler sona erdi, final dönemi geldi çattı.. benim yavuklu da finalleri nedeniyle kampa girdi stres oranı yüksek bir halde.. (bu nedenden dolayı ayrıca ifade etmek istiyorum ki; rektör! seni kınıyorum ve sana laflar hazırladım!)

Velhasıl kelam, gerek yavuklunun kabuğuna kaçmış olması durumu, gerek evde bendenizden başka kimsenin olmayışı, gerekse son zamanlarda rüyalarımda Orgrimmar, Quel'Danas, Howling Fjord gibi bilimum yerde dolandığımı görmelerimin ve gün içerisinde insanlara "haağvv yuğğduğin maağn" şeklinde yaklaşıp "tek keerfyu maağn" (bkz. troll ingilizcesi) diyerek uzaklaşmamın etkisiyle, World Of Warcraft hesabımı yeniden aktive ettim.. bununla da yetinmeyip üzerine bir de Piç King paketini aldım, ohhh.. ama yokluğumda guild acaip olaylar yaşamış.. insanlar ayrılmış, bir kısmı şutlanmış, sonuç: bir başıma takılıyorum şu an için, eheh.. ama iyi oluyor bir bakıma.. Level atlama çalışmalarındayım..

Mevcut bir rogue'um var undead.. level 70te kendisi.. ama şimdilik onu nadasa bıraktım.. palaaddinim var bir tane.. (holy bir karakterin hordelarda açılabiliyor olmasına da ayrıca takmış durumdayım ilk zamanlardan beri.. mesela palaları allylar açsın, biz de death knight açalım eheh).. palam da 70.. gerçi 70,5 oldu.. onu 80lemeyi deneyeceğim şimdi.. bir de dün gece sıkıntıdan death knight açtım, 60ladım çıktım.. oynayanlar bilir, death knightlar level 55 olarak açılıyor zaten.. ve adamlar one man army şeklinde olduklarından level kasmak öyle çok zorlamıyor.. en azından şimdilik..

temmuz başına kadar kendimi wow'a vermeye devam edeceğim gibi görünüyor.. sonrasında ne olacak bilemiyorum.. ama belirli bir dengeye oturur sanırım hayat ve oyun ikilisi.. ama bir handikapı var hesabımı açtırmış olmamın.. mütemadiyen eve gidip oynamak istiyorum, bühühühü =(

neyse okuyucu.. bugün de böyle dürtükledim beynini.. artıkın sana bir hediye vermemin vaktidir..

tim burton'ın filmleri için sık sık çalıştığı danny elfman'ın 80lerde kurduğu bir grubu vardı bildin mi? Oingo Boingo adını taşıyan grup new wave'in en iyi örneklerinden biridir aslında.. onların en güzel albümlerini hediye etmek istiyorum sana.. geçen gün öğrendim ki yavuklunun da çok sevdiği bir albümmüş.. o zaman bu albümü okuyucu sana hediye ediyorum, yavuklu sana da ithaf ediyorum.. herkesin gönlünü yapar, yanacıklardan öper kaçarım..

Oingo Boingo - Dead Man's Party
  1. Just Another Day
  2. Dead Man's Party
  3. Heard Somebody Cry
  4. No One Lives Forever
  5. Stay
  6. Fool's Paradise
  7. Help Me
  8. Same Man I Was Before
  9. Weird Science *****
Aile Salonu: Rapidshare

03 Haziran 2009

it's not a miracle we needed, and no i wouldn't let you think so..

Bu akşam üzeri, aslında dünden bu yana kendimi nasıl gaza getirmiştim buraya birşeyler karalayacağıma dair.. Ama gel gör ki halet-i ruhiyem pek bir namüsait (gözümün önüne Bülent Ersoy geldi, yareppim! Ama sevgili okur, ondan daha anlaşılırım değil mi? söyle gözünü seveyim..)

Her neyse.. yakında baya bir yazmayı umuyorum.. hiç değilse bile, diğer mekanlarda yapamadığım bir atraksiyonu gerçekleştireceğim, kararlıyım.. Az bekle okuyucu, Darkelf Mixtape Vol 1 gelecek.. (üşenmem umarım.. ha? kim? ne? yayında mıydık lan?)

Bu arada boş geçmek istemedim yine.. sizlere Phoenix'in 2009 çıkışlı albümünü hediye etmek istiyorum; Wolfgang Amadeus Phoenix! bu geceki çökelti oranıma tezat bir eğlencelilik (ney?) içeriyor.. afiyet şeker olare umarım..

Şarkı listesi
  1. Lisztomania
  2. 1901 (güzel türkü bak bu)
  3. Rome
  4. Fences
  5. Armistice
  6. Love Like A Sunset (Planetarium) (bunu da beğenebilirsin bak)
  7. Lasso
  8. Countdown (Sick For The Big Sun)(demedi deme)
  9. Girlfriend
Aile Salonu: Rapidshare

14 Mayıs 2009

Last Of The English Roses


Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; ben bu adamı sevemedim hiç.. Kimdir bu adam? Pete Doherty.. Hani şu 2000li yılların başlarında adadan (İngiltere) çıkan, döneminin the smiths'i olarak adlandırılan ve (yalan söyleyemeyeceğim) benim de bir dönemler severek dinlediğim The Libertines'ın frontman'i.. olmadı, anımsayamadınız.. tamam peki.. gossip girl edasına bürünelim o vakit.. hani bir dönemlerde kate moss'un yavuklusu? amy winehouse? he işte, animelerden fırlamışcasına koca gözlü, "sallamıyorum ulan hiç birinizi" edalı, adı uyuşturucu ile bir anılan zat-ı muhterem..

Dedim ya, ben The Libertines'ı dinlerdim.. ama bu çocuğu (çocuk ne? koca adam bu be!) o zaman da sevememiştim.. bütün o kırılacakmış gibi belden bükmeli hareketler, olduğu yerde salınmalar, gözlerini devirmeler.. ne zaman görsem aklıma Jarvis Cocker gelir.. hayır şimdi "bu adam Jarvis'e benzemeye çalışıyor" desem sakat, sevmediğimi söylediğim için zaten yeteri kadar yıldırımı çektim üzerime.. Ama valla Common People'ın klibini bir daha izle sevgili okur.. bir bak, objektif olarak.. farkettin değil mi? biliyorum, biliyorum.. boşver..

Gerçekten de boşver.. Çünkü adamı sevmesem de yaptığı bazı işleri takdir etmemezlik etmem, kendime ters düşmem demek olur.. Mesela solo albümü grace/wasteland'den çıkan ilk singleLast Of The English Roses hiç de fena değil.. Hatta birkaç defa dinledikten sonra kendini tekrara aldırma potansiyeline sahip, kafa yormayan, hüzne boğmayan, tam sahilde bisiklete binerken dinlenebilecek bir şarkı..

Bu yazıyı yazarken Internet Explorer 3 kere kapandı! sıkıldım, yazıdan da sıkıldım.. videoyu ekleyip bıraktım.. (ama güzel şarkı değil mi?)

12 Mayıs 2009

Honey Is Cool!


Ofisteki arkadaşlardan bir tanesi yeniden gitar çalmaya başlama kararı almış.. Oturduk kendisine yeni bir gitar arıyoruz.. İnternet üzerindeki araştırmalarımız sonunda yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Gibson'a ulaştık.. Bu Gibson öyle bir Gibson ki, tam benim gibi akord tembellerine hitap eden, hayatlarını kolaylaştıran bir enstrüman..

Kendi kendini akord edebilen ve aynı zamanda entonasyona yardımcı olan Gibson Robot Guitar'ın geliştirilmiş bir üst versiyonu olan Gibson Dark Fire'da, classic gibson, texas blues, funky, twang, acoustic, l-5, solid rock, metal gibi tonlar arasında seçim yapabileceğiniz switchler bulunması inanılmaz büyük bir kolaylık ve çeşitlilik sağlıyor.. Yanında bulunan FireWire / MIDI kutusu sayesinde bilgisayarla bağlantı kurup, direkt bilgisayara kayıt yapabilmenize olanak veriyor.. Şahsen o kadar tembelim ki akord ve entonasyon konusunda, bu gitar tam benim gibi müzikal Garfield'lar için üretilmiş gibi duruyor..



Bütün bu araştırmalar sonucunda ihtiyacımız olan gazı aldık ve ofis ahalisi olarak bir grup kurmaya karar verdik.. Daha doğrusu emri vaki bir şekilde grupta ve hatta solist olduğum bilgisini verdiler eksik olmasınlar.. Tabii ki şu an yalnızca lafta geçen bir plan bu, ama gelecek günler ne gösterecek bilemiyoruz.. Hele gitarı bir alalım da.. Ondan sonra; We're In The Music Biz!

Bu arada size laflar hazırladım! Ama bu lafları Karin aracılığı ile söyleme yolunu tercih ediyorum.. Başlıkta adı geçen Honey Is Cool, Röyksopp ile yapmış olduğu ortak çalışmaların (Whatelse Is There, This Must Be It, Tricky Tricky) ve dEUS ile vücuda büründürdüğü Slow adlı şarkının yanı sıra ve belki de en çok, kardeşi Olof ile beraber kurduğu The Knife ile tanıdığımız, Karin Elisabeth Dreijer Andersson'ın ilk grubu..

1994 yılında kurulan İsveç'li grup, pek çok festivalde çalması ve basının ilgisini dönemdaşı birçok kişi ve gruptan daha fazla çekmesine rağmen, albüm satışlarında istediklerini bulamadılar ne yazık ki.. 94'te kendi adlarını taşıyan demo sayesinde Sun Spot ile anlaşma imzalayan grup, 95'te ilk EP'leri Focky Focky No Pay'i çıkarttı.. EP'nin aldığı geri dönüşlerin ardından grup yeni ve daha büyük bir plak şirketi olan MVG ile antlaşma imzalayarak, 97 çıkışlı albümleri Crazy Love'ı MVG etiketi altında piyasaya sürdü.. Albüm son derece güzel yorumlar alırken, satışlar aynı şekilde ilerlemiyordu.. Plak şirketinin, çıkaracakları albüm için, özellikle de Karin'in vokal tarzında değişikliğe gitmek için ısrar etmeye başlamasıyla, grup antlaşmayı feshedip, daha sonraları The Knife ve Fever Ray'i de bünyesinde barındıracak olan, kendi plak şirketleri Rabid Records'u kurdu..

1999 kışında Early Morning Are You Working adlı ikinci albümlerini çıkaran Honey Is Cool, yine şeytanın bacağını kıramadı.. Aldıkları övgülere rağmen, albüm satışları oldukça kötü giden grup, ikinci albümlerinde yer alan ve bir Rod Stewart cover'ı olan Baby Jane'i single olarak piyasaya sürdü ve bu şarkıyla özellikle radyo listelerinde uzun süre ilk 10 içerisindeki yerini korudu.. Ancak grup artık gerçeklerle yüzleşmeye başlıyordu ve Karin de, günümüz müzik dünyasının önemli isimlerinden biri haline gelen yeni projesi The Knife ile ilgileniyordu.. Yolları ayırmak kaçınılmaz hale geldi ve grup 2000 yılında dağıldığını açıkladı..

Grubun soundu (doğal olarak) The Knife'a benzemekte. Bunun yanında, last.fm kendilerine First Floor Power, The Bear Quartet, Bad Cash Quartet, Yvonne gibi isimleri de yakıştırıyor..

Aile Salonu: 1995 - Focky Focky No Pay (EP) / 1997 - Crazy Love / 1999 - Early Morning Are You Working / 2000 - Baby Jane (EP)

Give me something new..


Gecenin bir vakti aklındaki kelimelerin akış hızına ayak uyduramayan insan evladı olarak yataktan fırlayıp, bir zamanlar başlamaya niyetlendiğim şeyi artık gerçekleştirmeye karar verdim.. Nedir efendim bu? Musical Concern dediğimiz güzide zımbırtıyı ayağa kaldırmak, omuzlarından tutup silkelemek, kendine getirmek.. Yani normal insanların tek cümleyle özetleyeceği üzere; hayata geçirmek..

Size bu satırları 40 mumluk ampülün ışığında yazarken, kulaklarım bayram ediyor, zira Nightlife eşlik ediyor parmaklarıma.. Ha, evet, bildiğiniz üzere dehşetengiz bir olaydan yeni çıktık.. Çıkamayanlarımız oldu, bendeniz gibi.. henüz değil.. a, evet! olayımızı söylemeyi unuttum.. ama tahmin edebileceğiniz birşey; 10 Mayıs 2009 IAMX Konseri

Hakkında pek çok şey yazılıp çizildi, pek çoğu yazılacak çizilecek.. herkes kritiğini yapacak.. pek çok insan öldüm bittim tatlı cümleler sarfetti, sarfetmeye devam edecek.. Ben bunlardan biri değilim.. zira ölmeyi bile beceremedim sevgili okur.. Katatoni safhasında takılıp kaldım.. Bakın dikkatinizi çekerim, konser Yeni Melek denen o (çok afedersiniz) kıç kadar mekanda, iğrenç bir ses sistemi eşliğinde (gerçi önlerde çok da kötü değildi) ve havalandırma faaliyetlerinin en düşük şartlarında gerçekleşti.. Ama konumuz bu değil.. Tartışmasız olağanüstü bir performanstı sergiledikleri.. Setlist de keza son derece takdire şayan ve albümler açısından adil dağılımlıydı.. Hemen hemen bütün favori parçalarımı çaldılar sağolsunlar.. Tabii ki gönül isterdi bir The Great Shipwreck of Life dinlemeyi, bir Missile dinlemeyi, This Will Make You Love Again'i gırtlağımızı patlatırcasına Chris'le beraber çığırmayı.. Ancak gönülün istedikleri bu kadarla bitmezdi.. Gece bitmesin, onlar sahneden inmesin isterdi aynı zamanda.. Arsız ne de olsa..

Konserin bu mükemmelliğine karşın gece %100 aynı şekildeydi diyemeyeceğim.. Kısacık zamanda çok şey yaşandı.. En azından kendi adıma söyleyebilirim bunu.. Hepsi de hoş değildi laf aramızda.. Bu nedenle de ben konser esnasında, zamanın o harika kısmında kısılı kaldım.. Gerçek anlamda zorluk çekmekteyim dış dünyaya yeniden adapte olma sürecimde..

Ama bir yerlerden başlamak gerek artık.. Özellikle de sonların ertesinde yeniden başlamak gerek.. İş bu nedenle de yeni mekanımızın ilk girdisinin başlığında The Black Ghosts'a bir selam çakaraktan diyorum ki; give me something new.. something to break through the normal..

bu kadarla da bırakmıyor, daha ilk girdiden sizlere yeni inciler sunmayı başta kendime, sonra ankara'dan hale, lale, jale ve üsküdar'dan bütün mahalleye bir borç biliyorum.. (geçmiş zaman olur ki, hayal-i cihan değer)

Efendim ilk entarimizde Milla Jovovich adlı cennetten düşme, "the girl next door" ile "ne güzel ablamızdın sen fahriye abla" arası, meleklerin bile gıpta ile baktığı modelden bozma, aktristten geçme bülbül sesli güzelle başbaşa bırakmak isterim..

Kendisinin The Divine Comedy adlı bir albümü bulunmakta hali hazırda.. Ancak sizlere şimdi sunacağım albüm, The Divine Comedy öncesine dayanan demo çalışmalarını içermekte.. Aynı zamanda albümü çıkartmadan önce çıktığı bazı programlarda yayınlanmış olan kayıtlarda aynı dosyada bulunuyor..

Dinlemeden indirmem diyenler için şöyle bir videomuz bulunuyor (ki belirtmeliyim aşağıdaki şarkı paylaştığım albümde bulunmuyor);

Last.fm kendisini şiddetle My Brightest Diamond, Bat For Lashes, Sinead O'Connor, Paula Cole gibi isimlere benzetiyor.. Ben diyorum ki Milla yine kendine has özelliklerini müziğine taşıyor.. Özellikle Bring It On adlı şarkıya dikkat etmenizi diliyor, albümü ellerinize bırakıyorum..

Şarkı Listesi;

  1. Beat On Ice
  2. Diving Up
  3. More Than 4 (Without Drums)
  4. Bring It On
  5. Calm Water
  6. Fall Too Soon
  7. Flashlight
  8. Left & Right
  9. Remedy
  10. Holy Fall
  11. Looking For Room
  12. You Keep Me Here
  13. Breathing In Your Sleep
  14. Take Me To Mars

Aile salonu: Rapidshare